Erkek çocuklarının akılalmaz hareketliliğine, ebeveynleri tarafından “hiperaktif” damgası vurularak çözüm yolu aranıyor. Kimi taraf ‘erkek çocuğu hareketli olur, farklı olur!’ gibi tepkiler gösterse de kimileri için durum pek öyle değil.
Bu konuda farklı görüşler olsa da çocukların güvenliği ve sağlıklı gelişimi her zaman öncelik taşıyor. Mesela oyun, çocuklar için olmazsa olmazdır; çocuklar için pek çok aktivite (buna yatağın üzerinde zıplamak, çeşitli takla figürleri sergilemek de dahil), normal bir oyundur.
Sosyal medyada sıkça duyduğumuz “erkek çocuk terörü”nün sebebi gerçekten yetiştirilme tarzı olabilir mi?
Öncelikle şunu açıklığa kavuşturalım, bu konu oldukça önemli: Duvara tırmanan çocuğunuza birden “hiperaktif” tanısı koyduğunuzda bu, çocuğunuzun üstün zekâlı olduğunu göstermez. Hiperaktiflik, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB), bir psikiyatrik bozukluktur. Üstün zekâ ile bir ilgisi yoktur.
Bu tanıyı, uzman doktorlar belirli testler ile yapmaktadır. DEHB, özel tedavi gerektiren bir nörolojik bozukluktur. Erkek çocuklarda görülme riski daha fazla olduğu için muhtemelen böyle bir algı oluştu.
Hem insanlar hem de hayvanlar üzerinde yapılan araştırmalar, genellikle erkeklerin/erkek çocukların, kadınlara/kız çocuklarına göre daha dürtüsel davranışlar sergilediğini göstermektedir.
Cinsiyet farklılıkları, biyolojik ve genetik faktörlerin yanı sıra yetiştirme tarzı da çocuk üzerinde etki sahibi olabilir. Erkek çocuklar genellikle daha fazla enerjiye sahip olmalarından dolayı fiziksel olarak daha aktif olabilirler.
Ebeveynler, çocuklarına fiziksel aktiviteleri teşvik ederlerse; bu, çocukların daha hareketli olmalarına katkıda bulunabilir. Tam tersi durumda, ebeveynlerin aktivitelerden kısıtlaması da bu konuda etkili olabilir.
Araştırmalar ne diyor?
Erkek çocuklarının hareketliliği, yapılan araştırmalara göre biyolojik, genetik ve hormonal faktörlerin etkisi altında olan bir davranıştır. Ayrıca cinsiyete özgü sosyal ve kültürel etkiler de bu davranışı şekillendirebilir.
Okullar, aile yaşantısı ve diğer çevresel faktörler, kız ve erkek çocuklarının cinsiyete özgü davranışlarını etkileyebilir. Örneğin; çeşitli markalar, kız çocuklarına Barbie bebeklerini satmaya çalışırken erkek çocuklarına araba satmayı hedeflemektedir.
Dürtüsellik ve hareketlilik, çocukların enerji seviyeleri ve beyin yapısıyla ilişkilendirilemez. Erkek beyni ve kız beyni arasında araştırmalara göre küçük bir fark bulunuyor. Erkeklerin beyni daha büyük, kızların beyni ise daha küçüktür ve bu da beyin gelişiminde farklılıklara neden olur. Kızlar, beyin gelişimlerini erkeklere göre daha erken tamamlarlar.
Kızların ve erkeklerin arasındaki fiziksel aktivite farklarını sadece beyin boyutu da açıklayamaz. Bununla birlikte, cinsiyet farklılıklarının etkisi de önemlidir.
Cinsiyet farklılığı, küçük yaşlarda oyunlar ile başlar. Ancak bu durum, kız çocuklarına pembe, erkek çocuklarına ise mavi gibi özelleştirilmiş ve kültürel boyuta taşınmış durumlarla tanıştıkça daha da büyür. Modern ebeveynlik dediğimiz kavram ile birlikte kız çocuklarının da artık aktif olduğunu gözlemlemekteyiz.
Özellikle eski nesillerde, erkek çocuklarına yönelik pozitif ayrımcılık baskın gelmekteydi. Erkeklerin daha aktif durumlarda rol aldığı, kızların ise daha pasif olduğu bir durum söz konusuydu.
Bununla süregelen bir algı oluşumu da erkeklerin daha hareketli olduğunu aşılıyor. Dolayısıyla erkek çocukların hareketliliği biyolojik ve çevresel faktörler ile birlikte şekillenmektedir.
Bu durumun topluma etkisi nedir?
Maalesef toplumda erkek çocuklarını yanlış yönlendirme gibi bir durum da söz konusu. Örneğin, bazı aileler tarafından ‘erkek adam ağlamaz’, ‘erkekler futbol oynar, başka sporla ilgilenmez.’ gibi basmakalıp cümleleri sıklıkla duyarız. Bu, çocukların bazı kalıplara giydirilmesine ve büyüdükçe cinsiyetçi bir yaklaşım göstermesini destekler.
Erkek çocuklarının dürtüsel olarak hareketliliğe yatkın olduğu aşikâr. Kız çocuklarının hareketliliği ve tavırları bazen ‘erkek gibisin, biraz hanım kız ol!’ gibi sözlerle bastırılabiliyor.
Erkek çocuklarında olması gereken bir durum olarak gösterilen hareketliliğin kız çocuklarında kısıtlanması kesinlikle doğru değildir. Araştırmalar her ne kadar aradaki farkları vurgulasa da cinsiyetçi bir yaklaşım sergilememeli, çocukların özgürce koşup oynamalarını desteklemeliyiz.