Hepimizin Oynadığı Satranç, Dama, Tavla Üzere Pek Çok Oyunun Kimlerin Parlak Beyinlerinden Çıktığını Hiç Merak Ettiniz mi?

Asırlardır hayatımızda olan bu 5 oyunun tarihsel süreçleri biraz karmaşık. Kimlerden geldiği yönünde varsayımlar ise oldukça fazla.

Hepsinin çıkış noktası neresi olursa olsun tüm dünyaya yayılması, ölümsüz hâle gelmelerini sağlamış. Oynamaktan zevk aldığımız, masaların keyif verici oyunlarının geçmişine uzanalım.

Öğrenmesi bir dakika, ustalaşması bir ömür süren tavla, dünyanın en eski oyunlarından biri.

Birçoğumuzun oynamaktan zevk aldığı, 2 mars 1 düz yapacağız diye kendimizi kaptırdığımız, “dü şeş” gelince havalara uçtuğumuz tavla, en eski oyunlardan biri. Tarihine baktığımızda yaklaşık 5 bin yıllık bir oyun olduğunu biliyoruz ancak hâlen daha kimler tarafından, nasıl icat edildiği konusunda net bir bilgi yok.

Tavla, kadim uygarlıkların oynadığı kadar eski olan ve günümüzde de oynanmaya devam eden ender oyunlardan biri. Kimin tarafından icat edildiği gizemini korusa da 2004 yılında antik Mezopotamya’da Ur kentinde yapılan bir keşifte, tavlanın kökenlerine dair heyecan uyandırıcı Abanoz ve turkuaz taşından oyulmuş tahta bulundu. Son kanıtlarda, insan kemiklerinden yapılmış zarlar da keşfedildi. Bu keşfin üzerine de Amerikalılar, iki zarı olan ve altın noktaları bulunan bir masa keşfetti.

Tarihi eski olunca hakkındaki rivayetler de çok oluyor.

Tavlanın kimler tarafından oyun hâline getirildiği tam olarak bilinmediği için çeşitli rivayetlere de yer veriliyor. Bunlardan biri de Hint İmparatoru ve Pers İmparatoru arasında geçiyor. Rivayete göre Hint İmparatoru, satrancı Pers İmparatoru’na “Kim daha çok düşünüyor, kim daha iyi biliyor, kim daha ileriyi görüyor ise o kazanır. İşte hayat budur…” mesajı ile gönderiyor.

Bunun üzerine Pers İmparatoru, vezirine hemen oyunu çözmesini söylüyor ve ardından da bu oyuna muadil başka bir oyun icat etmesini emrediyor. Satrancı çözen vezir, üzerine bir başka zekâ oyunu olarak tavlayı icat ediyor. Pers İmparatoru, Hint İmparatoru’na cevap vererek tavlayı gönderiyor ve ekliyor: “Evet kim daha çok düşünüyor, kim daha iyi biliyor, kim daha ileriyi görüyor ise o kazanır ama biraz da şanstır. İşte hayat budur…”

Doğru mudur bilinmez ama imparatorlar arasındaki bu göndermeler hayatımıza tavlayı sokmuşsa kendilerini ayrıca tebrik etmek gerek.

Tavla, birçok ülkede giderek popüler bir hâle geldi.

Tavla, ilk olarak Orta Doğu bölgesinde ortaya çıkmış olsa da bu bölgeleri de aştı ve birçok ülkeye ulaştı. Tavla; Yunanistan, İsrail, Hindistan, Kıbrıs, Japonya, Amerika, İngiltere, Kanada, Çin gibi çeşitli ülkelerde popüler oldu.

Tavlayı meşhur eden Romalılar, günümüzdeki tavlaya çok benzeyen eski oyunlarının benzer bir varyasyonunu yarattılar ve adını da “on iki çizgili oyun” koydular. Toplumdaki elit kesimde de oldukça popüler olması “oyunların kralı” ve “kralların oyunu” olarak anılmasına da neden oldu.

Tavlanın popülerliği sanata da yansıdı.

Herkes tarafından oynanması tavlayı daha da gündeme getirdi. Birçok ünlü eserde de tavlanın resmedildiği görülüyor. Hieronymus Bosch’un “Dünyevi Zevkler Bahçesi”, Pieter Brueghel’in “Ölümün Zaferi” ve Jan Steen’in “Tavla Dövüşü” eserlerinde tavlayı görmek mümkün.

Peki “tavla” ismi nereden çıktı?

Bu da tavlanın nasıl keşfedildiği gibi gizemini koruyan bir başka konu. Yazılı olarak ilk kez 1645 yılında “tavla” kelimesi kullanıldı. Ancak bazı bilim insanları tavla isminin Orta Çağ İngilizcesinden geldiğine ve “baec=back ve gamen=oyun” kelimelerinden kaynaklı olduğuna inanıyor.

Kim yazdı bu kuralları?

Ur’daki Kraliyet Mezarlığı’nda bulunan oyun tahtalarından biri.

Tavlanın kuralları ünlü oyun yazarı Edmond Hoyle tarafından 1745 yılında yazıldı. Bugün hâlâ geçerli olan temel kuralların yanı sıra ipuçları ve stratejiler de yazarın dizisinde yer alıyor.

Tavlanın, astronomi ve Güneş sisteminden ilham aldığı inanışı

Tavlanın her detayında zaman kavramından ilham alındığına inanılıyor. Buna göre de tavla tahtası 365 gün, 6 saatten oluşan bir yılı temsil ediyor. Karşılıklı altışar hane 12 ayı, 15 siyah ve 15 beyaz pul 1 ayın 15 gece ve gündüzünü, karşılıklı on ikişer hane de bir günün 24 saatini simgeliyor.

Ustalaşmanın önemli olduğu, hamleleri hesaplamanın dikkat gerektirdiği tavlada zardan dolayı şans faktörünü de unutmamak gerekiyor. “Ağzınla mı oynuyorsun?” lafını duyan kişiler ise şansın ne demek olduğunu daha iyi biliyordur.

Kaynaklar: Gamesver, Wikipedia, Backgammon Galore

“İyi oyuncu olmanız yetmez, aynı zamanda iyi de oynamalısınız.”

Bu sözler; 19. yüzyılın sonları, 20. yüzyılın başlarındaki en güçlü satranç oyuncusu Alman Siegbert Tarrasch tarafından söylenmiş. Sıradaki oyunumuz ise dünya üzerinde en başarılı zekâ oyunlarından biri olarak kabul edilen satranç.

Satrancın tarihi, günümüzden 4 bin yıl öncesine dayanıyor. Mısır Piramitleri’nde keşfedilen kabartmalar ile satrancın tarihi o dönemi kaydetse de oyunun Mezopotamya’da, Çin’de ve Anadolu’da da oynandığına daire bulgular, farklı zamanlarda bulunuyor.

Satrancın ilk ismi çaturanga imiş.

Türkmenistan’da yapılan arkeolojik çalışmalarda Kuşhan Türklerine ait olduğu tespit edilen satranç taşları ise oyunun ilk defa Kuşhan Türkleri tarafından oynandığı ve onların satrancı Hindistan ile tanıştırdı iddialarını güçlendirmekte.

Satrançla ilgili ilk yazılı belgelerin Hindistan’a ait olması da bu iddiaları destekler nitelikte. MS 3 ve 4. yüzyıllarda yaşamış Hint Hükümdarı II. Chandragupta zamanında Sanskritçe dilindeki belgelerde oyunun ismi “çaturanga” olarak geçiyor. 600’lü yıllarda yine Hindistan’da oyunun kurallarının yazıldığı düşünülüyor.

Güney Özbekistan’da, 2. yüzyıldan kalma antik kalede yapılan arkeolojik kazılarda da satranç taşları bulunmuş ancak uzmanlar bunların satranç taşı olmayabileceğini, sadece satranca öncülük etmiş olabileceğinin altını çiziyor.

İlk satranç taşlarının MS 760’da Afrasiyap’ta, ilk satranç takımının ise Nişapur, Türkmenistan’da bulunması da satrancın tarih sayfalarına geçen kayıtlarda.

Satranç, 20. yüzyılın popüler oyunu hâline geldi.

500’lü yıllarda İran Şahı I. Hüsrev’e satranç takımı hediye edilmesi ve “çatrang” olarak adlandırılması, Arap-İslam dünyasında kabul görüp “satranj” ismiyle bilinmesi, Endülüs Devleti aracılığıyla İspanya üzerinden Avrupa’ya yayılması ise satrancın tarihindeki diğer izler oluyor.

15. yüzyıldan sonra soylular arasında oldukça popüler hâle gelen satranç, “kraliyet oyunu” ünvanını da alıyor. Polonya, İngiltere, Hollanda, Norveç, Arnavutluk ve Sicilya gibi pek çok ülkede satranç daha da tanınır hâle geliyor.

Satranç kurallarının tarihi 1497’ye dayanıyor.

El yazmalarından sonra İspanyol Lucena tarafından 1497 yılında satrancın kurallarının yer aldığı kitap basılıyor. Bu kitabın yanı sıra İspanyol El Greco’nun 17. yüzyılda, Fransız Philidor’un 18. yüzyılda yazdığı kitaplar da bulunuyor. Günümüzdeki diziliş ve kuralların son hali ise 19. yüzyılda oluşturuluyor.

Kurallar yazıldı, satranç turnuvaları başladı.

Wilhelm Steinitz-İlk Resmî Dünya Satranç Şampiyonu

19. yüzyılın ortalarında satranç turnuvaları yapılmaya başlanıyor. Dünyanın ilk satranç turnuvası ise Steinitz ve Zukertort olan satrancın en kuvvetli oyuncuları arasında yapılıyor. Steinitz; 5 yenilgi, 5 beraberlik ve 10 galibiyetin üzerine maçı kazanan kişi oluyor. İlk resmî şampiyon olan Steinitz, aynı zamanda “satrancın babası” olarak da biliniyor.

Yeri geldiğinde saatler süren, hafıza ve hayal gücü gerektiren satrancın üzerine söylenen sözlerden biri ile de oyunumuzun tarihinin sonuna gelebilir, yeni oyuna geçebiliriz.

 “Sabırsızlık, bir oyunu kaybetmenin veya kazanılması gereken bir oyunun berabere olmasının en muhtemel yaygın sebebidir.” Bent Larsen (1935-2010)

Kaynaklar: Satranç Okulu, Gökyay Satranç Vakfı, Türkiye Satranç Federasyonu, Uluslararası Satranç Federasyonu

Satrancın detaylı tarihini, unutulmaz satranç oyuncularını ve nasıl oynandığını merak edenler için:

Çin’den tüm dünyaya yayılan “domino”

Domino’nun tarihi MS 1120 yılına dayanıyor ve Yuan Hanedanlığı döneminde ortaya çıkıyor. Ancak o dönemlerdeki domino, günümüzdeki gibi değildi. Bir çift zarın atılması ile oynanan oyunda zarlar, birden altıya kadar tüm sayıları içeriyordu ve parçalarda boş yüzler yoktu. 32 parçalı sette, iki zarın da atılması 21 farklı sonuçtan birini temsil ediyordu. Ayrıca taşlar, “sivil” ve “askerî” olarak iki takıma ayrılıyordu.

Çin’den Avrupa’ya yayılması oyunu şekillendirdi.

18. yüzyılda İtalya’ya, oradan da Avrupa’ya yayılan domino, şekil değiştirdi ve Avrupa versiyonunda yalnızca bir set vardı. Dominonun bir yarısında birden altıya kadar sayılar yer alırken diğer yarısında boş karşılığı içeren yedi domino yer aldı.

Domino kelimesinin nereden geldiğini hiç düşündünüz mü?

Domino ismi; Venedik karnavallarında giyilen, siyah noktalı beyaz maske olan Latince “dominus” adından türüyor. Bu maskelerin adı ise Fransız rahiplerin giydiği, içi beyaz dışı siyah kışlık başlıklardan geliyor. Tabii ki bunların kesinliği olmadı için iddia olarak kalıyor.

Özellikle Latin Amerika’da popüler olan ama farklı versiyonları ile dünyanın her yerinde oynanan dominoyu icat eden Çinlilere teşekkür ediyor, yeni oyunumuza geçiyoruz 🙂

Dört farklı kesimi simgeleyen iskambil kâğıtları.

Şarkılara, sihirbazlık gösterilerine ve hikâyelerde imge hâline gelmiş iskambil kâğıtlarının tarihi 9. yüzyıla dayanıyor. Tang Hanedanlığı’na uzanan tarihinde “yaprak oyunu” anlamına gelen “yezi ge” adlı oyundan bahsedilse de 2009’da yapılan bir araştırmada bu oyunun aslında iskambil kâğıtlarını ifade etmediği, “yaprak oyunu”nun talimat kitabının sayfaları olabileceği varsayılıyor.

İskambil kâğıtları için birçok varsayım bulunuyor. Acaba nereden geldi?

Britanya Kütüphanesi El Yazması-1352-1362- Bilinen En Eski Tasvir.

14. yüzyılın sonlarındaki bir Avrupa edebi referansı, kartların Çin değil Arabistan’dan geldiğini öne sürüyor. Bir diğer varsayım ise Hindistan’dan gelen göçebelerin yanlarında fal kartları getirdiği yönünde.

1370’lerde İtalya, İspanya veya Mısır merkezli İslami Memluk Hanedanı’ndaki tüccarlardan ithalatının gerçekleştiği de muhtemel düşünceler arasında. Her varsayım aslında iskambil kâğıtlarının, Uzak Doğu ile Avrupa arasında yayılma sebebinin ticaret olduğunu ortaya koyuyor.

Şeytanın resimli kitabı

Orta Çağ Avrupası’nda iskambil kâğıtları yetkililer tarafından yasaklanıyor. Çünkü kart oyunları; kumar oynamayı, içki içmeyi beraberinde getirirken hilecileri ve şarlatanları da arttırıyor. “Şeytanın resimli kitabı” olarak adlandırılan iskambil kâğıtları için vaizler verilirken Avrupa’nın birçok yerinde yasaklar yaygınlaşıyor.

İskambil kâğıtları neyi temsil ediyor?

Bu konu da kimin bulduğu gibi oldukça muamma. Bazı tarihçiler iskambil kâğıtlarının dört sınıfı temsil ettiğini öne sürüyor. Kalpler, din adamlarını; maçalar, soylular veya orduları; elmaslar, tüccarlar için madeni paraları; sinekler ise köylüleri temsil ediyor olabilir.

Ülkelere göre tasarımların değiştiği geçmiş zamanda ilk kartların takım elbise sembolleri bile olabileceği söylenirken çiçek, kuş, kalkan, hayvan, böcek gibi birçok sembolün çağrışım yapıldığı da iddia ediliyor.

İddialardan bir diğeri ise iskambil kâğıtlarının dünyanın düzeni ile ilişkilendirildiği yönünde. 4 farklı grup 4 mevsimi, 52 kart 1 yılın haftalarını, her grubun 13 kartı ise ayın döngüsünü sembolize ediyor.

İskambil kâğıtlarını kimin icat ettiğini ve neyi düşünerek tasarladığını net olarak bilemeyecek olmamız eğlence araçlarımız arasında olmasından keyif aldığımızı etkilemeyecek.

Kaynaklar: The World of Playing Cards, Atlas Obscura, Wikipedia

Uygarlığın beşiğine kadar uzanan dama.

Dünyanın en eski oyunlarından bir diğeri de şüphesiz ki damadır. Günümüzün Irak’ı olan güney Mezopotamya’daki antik Ur kentinde yapılan arkeolojik bir kazıda oyun tahtası üzerine taşlar bulundu. Biraz farklı bir tahtanın kullanıldığı oyunun o dönemde nasıl oynandığına dair bir kaynak ise bulunmuyor.

5×5’lik tahtada oynanan benzer bir oyunun tarihinin de MÖ 1400’lerde Mısır’da var olduğu biliniyor. Binlerce yıl oynanan Mısır versiyonundan sonra MS 1100 yılında bir Fransız tarafından taş sayıları her oyuncu için 12’ye çıkarılıyor. “fierges” veya “ferse” adı verilen dama, zaman içerisinde geliştiriliyor ve atlamalar zorunlu hâle getiriliyor.

1500’lü yıllarda üzerine kitaplar yazılan oyunun popülerliği gün geçtikçe artış kazanıyor. Kuralları yazılan oyun, İngiltere’de “draft”, Amerika’da ise “dama” adıyla bilinmeye başlıyor. 1847 yılı ise ilk şampiyonluk ödülü verildiği için dama tarihinde önemli bir yer kazanıyor.

Her ülkenin farklı oyun tarzı var.

Damanın ülkelere göre değişen farklı tarzları mevcut. İngilizler 64, Avrupa ve Asya 100, Kanada ise 144 boşluklu tahta kullanabiliyor. Genel olarak kurallar aynı olsa da dama, dünya üzerindeki popülerliğini kaybetmiyor.

Dama mı daha zor, satranç mı?

Bu soru, bir dönem profesyonel oyunculara sıklıkla sorulan bir soru oldu. Gelmiş geçmiş en büyük dama oyuncusu Dr. Marion Tinsley, “Satranç, okyanusun karşı tarafına bakmak gibidir. Dama ise kuyunun aşağısına bakmak gibidir. Her iki durumda da bir çözüm görülemez.” şeklinde cevap vermiş.

Tinsley’in bir diğer yorumu ise şöyle: Çok fazla efor gerektirmeyen, sessiz bir oyun istersem satranç oynarım. Damada üçüncü veya dördüncü hamlede çok dikkatli olmalıyım ki yanlış bir şey yapmayayım. Çünkü bir hata ölümcül sonuçlar doğurabilir. Ancak satranç oynadığımda açılışta daha az iyi bir hamle yapmaktan kurtulabilirim. Dezavantajı daha sonra düzeltebilirim.

Kaynaklar: Dama Federasyonu, History of Draughts, Gamesver

İnsanlar kendilerini eğlendirmek, beyinlerini çalıştırmak, sabırlı olmak veya sadece güzel vakit geçirmek için birbirinden farklı oyunlar oynuyor. Dünya üzerinde en çok bilinen bu oyunlar arasından hangisini daha çok seviyorsunuz?

Yorum yapın