Bu Canavarla Yeni Tanışmadık: Türk Halkının Yaşadığı Birinci Büyük Enflasyonla Osmanlı Devleti Başa Çıkabilmiş miydi?

Biz bu yazıyı kaleme aldığımızdan sizin okumanızı bitirmenize kadar olan sürede dolar da giderek artış gösteriyor. Türkiye’de her geçen gün artan enflasyon, işsizliği de beraberinde getiriyor. Para, her geçen gün değer kaybederken tabiri caizse “pul” oluyor.

Peki geçmişimize bakınca, kullanılan para ilk defa ne zaman değer kaybetmişti? Bu sorunun cevabını öğrenmek için Osmanlı’ya kadar gitmemiz gerekecek.

Aslında Osmanlı Devleti’nden önce Büyük Selçuklu devrinde gerçekleşen veba salgını, Türklerin sarsılan ekonomiyle tanışmasına neden olmuştu. 

Kitlesel ölümlerin yol açtığı büyük nüfus kayıpları, Anadolu’nun demografik yapısını da etkilemişti. Kaynaklarda belirtildiği üzere Selçuklular devrinde enflasyonun düşük olduğu, halkın bolluk ve bereket içinde yaşadığı görülüyor.

Ancak ortaya çıkan ve tüm dünyayı kasıp kavuran veba salgını, özellikle tarım ve hayvancılığa dayanan, zirai ekonomide insan faktörünün azalmasıyla büyük zararlar meydana getirdi. Salgının iktisadi ve ticarı hayatta önemli sarsıntı yarattığı ve enflasyona yol açtığı bilinse de kaynaklarda bu pek fazla zikredilmez.

Yine de Türk halkının enflasyonla Osmanlı’dan önce tanıştığını, ancak en büyüklerinden birini Osmanlı devrinde yaşadığını belirtmekte fayda var.

Özellikle Fatih Sultan Mehmet döneminde darlık baş gösteriyor.

15. yüzyılda Avrupa’da gelişen coğrafi keşifler, Osmanlı piyasasını yabancı paraların istilasına uğratıyor. Osmanlı akçesinin o dönemler değeri haliyle düşüyor, mal fiyatları da aynı oranla yükselişe geçiyor. Doğal olarak enflasyon artıyor ve askeri harcamaların ardı arkası kesilmiyor. Devlet hazinesinin sarsılması da kaçınılmaz bir son oluyor.

Sonucunda da kaçınılmaz son olan devalüasyon gerçekleşiyor.

1445’te, bugün en büyük derdimiz olan devalüasyonla tanışıyoruz. Tahtta saltanatının ilk günlerini süren 12 yaşındaki padişah… Döviz kavramını henüz kimsenin bilmediği dönemde para, altın ve gümüş madenlerden basılır, paranın değerini de madenlerin oranı tayin eder; devalüasyon, “sikke” veya “akçe” adı verilen paradaki maden oranının azaltılmasıyla yapılırdı.

Devlet, enflasyon yükselince paranın ayarını düşürür; akabinde yoksulluk artışa geçer, çeşitli isyanlar çıkardı. İşte Türkiye, “tağşiş” adı verilen bu durumla Fatih döneminde tanışmış oldu.

Fatih’in iki hükümdarlık dönemi vardır. İlk hükümdarlığı devalüasyondan dolayı kısa sürecek, ikinci hükümdarlığında ise adından söz ettirecekti.

Fatih Sultan Mehmed devrinde İstanbul’da basılan sikkelerden biri (İstanbul Arkeoloji Müzesi)

II. Mehmet, babası II. Murat’ın kendi isteğiyle tahtı 12 yaşındaki oğluna devretmesiyle devletin başına geçti. Giderek büyüme gösteren Osmanlı Devleti’nin başına bir çocuğun geçtiğini duyan devletler, buna kayıtsız kalmadı. Hazırlıkları süren saldırı için Edirne’de toplanan devlet şûrası, bu durum karşısında II. Murat’ı tekrar göreve davet etti. Orduya komutanlık yapıp Haçlı ordusunu Varna’da mağlup eden II. Murat, bu savaş sonrasında tekrar inzivaya çekilmeye hazırlanırken devlette garip bir şeyler meydana geldi.

Daha önce hiç rastlanmayan bu garip durumda yeniçerilerin maaşları ödenecekken hazinede yeterli miktarda para yoktu. Savaşlar, hazineyi etkileyen en büyük unsurdu o dönemler. Askerler içinde isyan ise kaçınılmazdı. Bu aradaki açığı ise Fatih, sikkeyi tağşiş etmekle kapatmak istedi. Yani paranın değerini düşürdü.

Gümüş oranında yaşanan düşüş binde dokuz oranındaydı. Ama aynı dönemde Edirne’de çıkan büyük bir yangın, her şeyin fiyatını yükseltmişti.

Temsili görsel

Tarihe Buçuktepe İsyanı olarak da geçen bu olay, yeniçerilerin Fatih’e isyan etmesiyle başladı. Neticesinde istediklerini elde ettiler ama bu olay hemen yatışmadı, devletin ekonomisi gittikçe daha da kötü bir hâl içine girdi. Fatih Sultan Mehmet döneminde karşılaşılan enflasyona çözüm olarak uygulanan tağşiş, sonraki yıllarda da devam etti.

1584, yani III. Murat döneminde ise akçenin değeri %70 oranında düşürüldü. Akçeler gittikçe inceldi, değer kaybetti. İran ve Avusturya savaşları, hazinedeki para darlığını iyice körükleyince 1 akçe, 4-5 parçaya bölünerek piyasaya sürülüyordu. Para bulabilmek için devlet vergileri artırınca olan halka oluyordu.

Özellikle 16. yüzyılda, vergi yükünün büyük çoğunluğu köylüye yıkılıyordu. Bununla da sınırlı kalmıyor, artan fiyatlar ve alım gücü azlığı altında halk giderek eziliyordu. Osmanlı toplumunda herkesin kolayca erişebildiği buğdayın bile fiyatı 20 akçenin altına düşmüyordu.

Osmanlı Devleti’nde en büyük pahalılık ise 1569-1607 yılları arasında görülüyor.

“Büyük Kaçgun” olarak tarihe geçen bu durum, köylünün evini barkını terk etmesiyle sonuçlanıyor. Başta Celali İsyanlar gibi dönemine damga vuran siyasi sebepler öne sürülse de derinlemesine incelendiğinde aslında altında yatanın tamamen ekonomik sebepler olduğu görülüyor. Uzun süren Avusturya ve İran savaşları ve sonrasında gelişen Celali İsyanlar, halkın bulunduğu bölgeden kaçmasına sebep oluyordu.

Tarımla uğraşan halk bölgeleri terk edince haliyle üretim de sekteye uğradı. Osmanlı’nın en büyük geçim kaynağı tarım ürünü olan buğday artık çok az üretilince, Avrupa’ya da buğday satışı yasaklanmıştı. Bu durumlar da kıtlığa sebep oldu. Buğdayın, ekmeğin fiyatı o kadar artıyor ki sonucunda hububat alım satımı bir vesikaya bağlanıyordu. Osmanlı halkının tam 15 yıl ekmek bulamadığı, halkın açlıkla savaş verdiği çeşitli kaynaklarda yer alır.

Peki bu durum karşısında alınan önlemler neler oldu?

1915 tarihli 5 Osmanlı lirasının arka yüzü (BOA, TŞH, no 2)

16. yüzyılda akçenin kaybettiği değerin önü alınamadı. Ülkeye giren yabancı paralar giderek değer kazanıyordu. Mesela 1611 yılında 1 florin (Hollanda para birimi) 200 akçe ediyordu. Zaman ilerledikçe devleti de büyük bütçe açıkları karşılıyordu. 1887’den 1911’e kadar geçen sürede hazinenin büyük oranda açık verdiği bilinir.

Devlet, bu durum karşısında çözümü tıpkı Fatih’in uyguladığı gibi tağşişte buldu. 1810’dan itibaren paranın içindeki maden değeri giderek azaltıldı. Osmanlı-Rus Savaşı ve sonrasında imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması’nın ardından devlet, 1775’te iç borçlanmaya gitti. Hepimizin mutlaka duyduğu “Malikâne Sistemi” de bu dönemde ortaya çıktı. Bu sistem de kısaca, kişiye özel toprak satışı demekti.

Sadece olağanüstü durumlarda alınan vergiler, her zaman alınmaya başlandı.

Vergiler kalıcı hale gelirken ölen kişilerin mallarının %60’ına devlet tarafından el koyulmaya başlandı. Tüm bunlara rağmen mahvolan ekonomi yine de belini doğrultamadı. 18. yüzyılda halk, elindeki madenleri devlete satmaya başladı. 1789’da Şeyhülislam, “altın ve gümüş eşya kullanmak haramdır” diye bir fetva bile yayımlanmıştır. Halkın yanındapadişah ve devlet adamlarının da gümüş takıları darphaneye yollanarak paraya çevrildiği görülüyor.

1814’te 1 sterlin yaklaşık 23 Osmanlı kuruşu ederken; 1839’da 1 sterlin yaklaşık 104 Osmanlı kuruşu etmeye başladı.

1839’da kaime adı verilen kağıt para çıkarılmaya başlandı. Ancak zahmetsizce sahtesi yapılacağı için kısa süren serüveniyle piyasadan çekildi. Sonrasında yine birkaç deneme oldu ama bunlardan da vazgeçildi. 1848’den itibaren devletin zenginleri olan Galata bankerlerinden ve yabancı ülkelerden yüksek faizle borç almaya başlandı. Ancak bu borçlar, eleştiriye oldukça açık olabilecek “saray” inşasında bile kullanılıyordu. 

Devletlere verilen imtiyazlar mecburen genişletildi, özellikle Baltalimanı Antlaşması (1838) ile Osmanlı pazarları İngiliz mallarıyla doldu. Çünkü ithalat ve ihracatta gümrük vergisi yükselmişti. İlerleyen dönemlerde savaşa giren devlet, giderek borç batağına sürüklendi. Peki sonra ne mi oldu?

Devlet, borçlarını ödeyemeyince iflas eşiğine geldi.

20 Aralık 1881’de Muharrem Kararnamesi yayınlandı ve borçlandığımız ülkeler Duyun-u Umumiye’yi kurup devletin gelirlerine el koydu. Bu da kesin olarak devletin ekonomik olarak iflas ettiğinin bir beyannamesiydi. Coğrafi keşiflerin, rönesansın ve “tüm dünyayı etkileyen” sanayi devriminin Batı’da yarattığı değişime ayak uyduramayan Osmanlı Devleti, işte böyle bir enflasyon sürecine girdi, ardı arkası da kesilmedi.

Günümüzdeki gibi Osmanlı’da da enflasyonun en büyük kaynağı, harcamaların bütçe gelirlerinin üzerinde olmasıydı. Ancak tağşişlere ve onların etkisiyle oluşan fiyat artışlarına karşı da toplumda hatrı sayılır bir muhalefet oluşmuştu.

Kaynaklar: Büyük İstanbul Tarihi, Şevket Pamuk, Tarih ve Medeniyet, Dergipark, Dergipark 2

Yorum yapın